26 Mart 2010 Cuma

Bütünün Parçası Olmanın Hazzıyla

İnsan her zaman yalnız olduğunu düşündü. Bunun için evlendi, çocuk yaptı, aile kurdu. Çünkü yalnız ölmemeli, soyu da devam etmeliydi. Bilinçsizce fazlalaştı. Bunu kendine sistem edindi. Fazlalaştıkça birle yetinmedi, iki ve üçe ihtiyaç duydu. Kendini bulmakta da hep gecikti bu sebepten. Yeri geldi anne oldu; anne olurken kendi olmayı unuttu, yeri geldi baba oldu; baba olurken kendi olmayı unuttu, çocuk oldu; büyümeyi istedi.

Her bir evrenin sonunda kaybettiklerinin farkına vardı ve onları geri istedi. Yalvardı, ağladı tepindi ama geriye döndüremedi. Hayatının geri kalanını da geçmişteki ‘keşke’lerine ayırdı. Yani; hayata neden geldiğini kavramadan, bundan lezzet alamadan tükendi gitti.

Ve böyle böyle üreyen, bunu doğru kabul eden annelerden babalardan sıyrılıp, kafamızı açmak, düşünmek, aydınlanmak çok zaman aldı. Onlardan yana şanslı olsak; bu sefer de toplumun din adı altında kendince biçimlendirdiği yasaklar ve kurallar silsilesi çıktı karşımıza.

Yeni bir çağa adım atıyoruz. Çocukken filmlerde gördüğümüz, hayal dünyamızda düşlediğimiz çoğu olay bugün laboratuarlarda gerçekliğini kanıtlamaya çalışıyor.

Tüm bunlar; insan zekâsının ve bilincin zamanla ne kadar yükseldiğini mi gösteriyor?

Yoksa daha önceki hayatlarımızın bilinçaltımızda yankılanması mı?

Şu an insanlığın içinde bulunduğu 4.kuşak yaklaşık 2,5 yıl sonra yerini 5’e bırakacak. 5. kuşak insanın daha farklı bir bilinç seviyesinde olacağı ve şeklen bir mutasyona uğrayacağı söyleniyor. Şuan ki DNA yapımızın yüksek bir enerjiyle 2’den 12’ye çıkacağı konuşuluyor. Ve dünyanın bu etkiyi daha önce bir defa daha deney imlediği biliniyor.

Peki, atalarımız birçok tarihi bulguyu bırakırken; bize bunu mu anlatmaya çalışıyordu?

Duvarlara yapılan hiyerogliflerde, piramitlerde, indirildiği ya da yazıldığı söylenen kutsal kitaplarda anlatılan; cennet, dünya ve cehennem betimlemeleri bu çağlar arasındaki değişimler olabilir mi?

Ve biz; bize doğru olduğu toplumca öğretilen sistematik ve günlük hayatlarımızdan; o dönem içinde bulunduğumuz gezegen konumlamalarının etkisinden bunun farkına varamıyor olabilir miyiz, bir sonraki konumlamaya sıra gelene kadar?

Ve bu böyle sürüp giden bir kısır döngü mü?

Ve bu kurgudaki tek ‘espri’ insanın sürekli aynı davranışı sergilemesi mi? Yaşadığı tüm o kötü zamanları unutup yine her şeyi yok edip, kendi tanrıcılığını oynaması mı?

Yemememiz gereken yasak elma da asla doyuramadığımız egomuz mu?

Peki, o zaman yapmamız gereken; kendimizi rahat bırakıp, ellerimiz cebimizde, kulağımızda müziğimizle; tercihe bağlı ama bana kalırsa Empire of the Sun’dan We are the People eşliğinde ufak bir gülümsemeyle hayata devam etmek mi?

İçinde bulunduğumuz çağa ve zamana göre şarkımızın adı, ceplerimizin yeri, fotoğrafın rengi değişebilir ama bilincimiz açık oldukça kulaklarımız melodiyi takip eder, görüş açımızın renkleri parlaklaşır ve kollarımız yolunu bulur.

Bütünün parçası olmanın hazzıyla;

Matta

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder