8 Mayıs 2015 Cuma

İÇERDEKİ KANALDAN ÇEKEN

( Okurken dinlemek tavsiyedir https://www.youtube.com/watch?v=5vfgfHdsBww )
Bir mevsim ötekine dönerken
Bendede birşeyler sonra yine doğmak üzere ölüyor sanki
Sonra yine bir rüzgar çıkıyor
Yada birileri içime üflüyor , gözlerimi kapatıyorum , uyandığımda gözyaşlarımda yeşillikler çıkmış oluyor
topluyorum ekinimi
karışıyorum kanıma dönmeye başlıyorum yine içimde
Selam ben sana Yaz geldim diyor sonra bir bakıyorum herkes yanımda
Çok endişelendik diyorlar
İşte ben o zaman hiç anlamıyorum
Anlamaya çalışırken sanırım fazla zaman kaybediyorum
Kış gelmiş oluyor
Yine o tünel
Tünel benmiyim acaba?
Mevsimlerde tren mi?
Kabuk mu dayanır bu rüzgara ?
Paramparça oluyor , parça parça
Yazık değil mi bana ?
Ah o kozasını parçalaya parçalaya çıkan kelebek anlat bana

Noldu sonra tırtıla?

1 DAL SEK IŞIK

( Okurken dinlemek tavsiyedir https://www.youtube.com/watch?v=5vfgfHdsBww )

O ışık dolu şişeyi tuttu kafasına dikti
Fondip yaptı içti
Sakin ol dinlemedi
Işığı görünce koşarım duramam dedi
Denge dedim denge
Aşkla coşmak nedir bilir misin ded?
Tadı elma gibiymiş , birazda Adem'in spermi
Ben bilmiyorum o dedi
Çok kıskandım aslında ama içme dendi ben içemem
Ben bilmem ama söyleyenin bir bildiği vardır
Gördüm onu ağırlaştı gözleri
Kafayı buldu sanki
Benim kafam kaybolalı çok oldu , bulanda varsa getirmedi
Sonra kulaklarından bi koku çıktı , yanık bi koku
Sonra gördüm bedeni cam gibi oldu
O ışık önce gitti zihnini sildi
Sonra ellerini yıkadı
Çabalarını unutturdu
Kalmadı amacı
Parlamaya başladı
Yanında aydınlık bir çukur açıldı
Su olup oraya akmaya başladı
Çukura epğildim ... Herşey ikiziyle ordaydı ...
Gözündeki perde yırtıldı , aklındaki rüzgar nefesine karıştı , ruhu beyazlandı
O çukurda zıtlıklar barışıktı ... Anlamlara doyulmuştu , göbekler kocamandı
Zamanı gelince ben dönerim demişti giderken
Belki de onun bu yaşadığı asıl uyanmaktı
Öldü
Belkide doğdu
Rahatladı

Ve yine sıraya geçti ... gördüm onu elinde fişi vardı

28 Ekim 2014 Salı

Yetenek Biziz ! İmza : Sam Amcanın Çocukları


      Hatırlıyorum da çocukken sabahları babaneme yalvarırdım tv'yi açsın da 'Susam Sokağı'nı izleyeyim diye ... Açmazdı ... Sabah sabah televizyon olmaz derdi ? Peki televizyon ne zaman olurdu ? Akşam üstü 3 gibi  Trt'de Atlıkarınca diye bi çocuk dizisi vardı , o zamanlar televizyon olurdu mesela babaneme göre . Eğer babanem evde değilse , bende tv'yi açabilmişsem ki babanem çalıştığından evde olmadığı da oluyordu , ben full force tv'ye abanırdım ...  Yalnız bir çocukluk geçirdim , sanırım bu yüzden tv ile iletişimim daha derin oldu o dönemler ama şimdi bakıyorum da insanlara , sanırım onlar hala çok yalnızlar ... Çünkü evlerinde tv hiç kapanmıyor ve sesi gelsin yeter diyerek kendilerine bu renkli ve sesli kutuyu arkadaş ediyorlar  ...

   Peki arkadaşımızda bizi , bizim onu sevdiğimiz kadar seviyor mu ?

Benim çocukluğum 80'lerin sonuna denk geliyor , Trt 2 çocuğuyum desem çok doğru olur hatta ve hatta  o zamanlar Akşama Doğru diye bir program vardı onu sunan Seynan Levent beni büyüttü , üstümde emeği çok desem yalan olmaz ... ( Şimdi yazarken Seynan Levent ismini bi googleladım ve viki'den hayatına , eğitimine ve donanımına bi göz attım ... Tavsiye ederim sizde atın ve günümüz televizyoncuları ile bi o dönemi kıyaslayın ... ) 4-5 yaşımdaydım ve balerin olmak istiyordum ... Sonra bi dönem keman çalmak istedim ,  arkeolog olmak istedim , istedim istedim ... Tüm bu isteklerimi birgün alıyor diğer bırakıyordum ve 4-5 yaşımdaydım ...

Sonra özel televizyonlar açıldı ve  herşey o zaman değişmeye başladı ... 6 yaşıma basmıştım artık sadece Trt 2 değil , Star ve Show Tv de vardı ve herşey sanki birden daha da renklenmeye başladı ... Hızlı ve renkli ... Artık balerin , arkeolog değilde şarkıcı ya da dansöz olmak istemeleri uyandı içimde :))

90'lar Türkçe Pop ile hipnotize edilmiş bir nesil olduğumuzu düşündüm uzun bi zaman ve bu beni cidden çok mutsuz etti ... Ama bunun böyle gitmeyeceğini de anladım ve kendimi gevşetmeye de karar verdim ... Evet öyle büyütüldük artık bunun için çok geç , değiştiremezsin dengede kalarak hayatına devam etmek zorundasın ...

Her zaman popta , arabeskte , türküde , cazda , bluzda , rockta dinleyen bi kulağa sahip oldum böylece , aslında artıya dönüştü çoğu şey ... Empati kurmayı da belki burada öğrendim , bu sayede ...

Tv bana çeşit çeşit hikayeler anlatırken ben hep ötekini de anlamayı öğrendim ve bu sayede hep her kesimden arkadaşlıklarım oldu ve yaşadığım ne ülkeye ne de dünyaya yabancılaşmadan kendimi oluşturup çevremi de bir gökkuşağı haline getirdim ...
90'larda Yıldız Tilbe dinlemiş bi arkadaşla rakı içmenin keyfi ? Müslüm Gürses'i anlayan bi adamla oturup dünyanın derdini paylaşmak ? Sezen Aksu'nun çocukları olmak ? Neşet Ertaş'ı dinlemiş biriyle müziğini konuşmak ?

Bunlar diyorum ya beni besledi ve genişletti hep ...

Her yerde olmak ... Genel izleyici kitlesinin içinde olup kendi rengini parlatmak ... Hep buydu beni tanımlayan ...

Ama bu son zamanlarda Tv'den resmen korkuyorum ... Baya baya korkuyorum ... Cidden korkuyorum ... Bu korkumun sebebide Acun Ilıcalı ve sahibi olduğu kanal TV8 ...

Yaklaşık 10 yıldır tv izlemiyorum diyebilirim ... Elbette izledim arada elbette haberim oldu olanlardan ama sosyal medyadan öğreniyordum ne olup bittiğini daha çok ... Bi diziyi ordan keşfediyor sonra netten izliyordum , beni tv başına ÖZELLİKLE onu izlemek için oturtan tv şov'u yoktu ... Bazen birine birazcık kitleniyor ama haftaya aynı saatte asla onlarla buluşamıyordum ...

Bu 10 yıl içinde Tv'nin benim için ifade ettikleri de değişti tabi haliyle ... Bunların çoğuda pek olumlu değil tabi ... Ama sonra düşündüm peki ya internet ?

İnternette bu çağın tvsinin ifade ettikleri aslında ... Sonra bi hocamın bana genel geçer bi durum için ettiği sözü hatırladım ...

'' Unutma  ! Bıçak gibi , kendinide kesersin , ekmekte kesersin ... Seçim sende ''

Hayatımda kulağıma küpe ettiğim laflardandır ... Baya baya buna göre , bunu esas alarak yaşarım ... Seçmeye çalışırım ...

Bu yüzden artık toplumda duyduklarım ile Mazhar Alanson / Özkan Uğur ikilisininde katılımıyla ilk sezonunun bir kısmını  izlediğim ama sonra bıraktığım O SES TÜRKİYE'yi izlemeye karar verdim ... Konuşulanlar merak uyandırmıştı bende ve Gökhan ile Mazhar / Özkan adeta beni ekrana davet etti ...

Sanırım 5. haftaları ve cidden pzt / salı akşamları oturup izliyorum ve çoook keyif alıyorum ... Kaçırdıysam tekrarını izliyorum netten ... Buna zaman harcıyorum ... Evet hala filmlerimi izliyorum , kitaplarımı okuyorum , yeni albümler keşfediyorum , arkadaşlarımla sosyalleşiyorum , doğada vakit geçiriyorum kısacası cidden HAYATTA VE HATTA kalıyorum ama O SES TÜRKİYE'yi de izliyorum ...

Buraya kadar hiçbir sorun yok gibi görünüyor değil mi ? Peki ya O ses çocukları da izlemeye başladığımı söylersem ?   ... Kendimi dürtmeye başladım ... Heyyy içine mi düşüyorsun yoksa ???? dedim kendime ... Yoook be bu da bi dönem işte sardım şimdi biter ... İşler Güçler bitmiş / Leyla Mecnun bitmiş O ses mi vuracak bizi dedim ama cumartesi günü evde yalnızken tv zaplama anında YETENEK SİZSSİNİZ TÜRKİYE'de durunca durumumun vahametini anladım ... Zamanında ' ya yetenek sizsiniz izleyen adamın dünya görüşü var ' cümlesini kuracak kadar kibirli bakıyordum bu yayınlara karşı , ha buradaki küstahlığımı da söylediğim anda fark etmiş ve utançtan yerin dibine girmiştim o ayrı ...

Ama şuan beni içine çekmeye başlamıştı ... Ha belki ettiğim sözün karmasını yaşıyordum bilemiyorum ama jüri koltuğunda Demet Evgar'ı görünce ve '' tabi ki hayır '' lafını duyunca onun alnından öpesim sarılasım geldi Demet Evgar'a ... Evet ya birirleri söylemeli bu insanlara cidden kötü olduklarını ... Yine empatiyi kurmuştum ve farkında olmadan beğenmediğim bişiyi , Demet Evgar için izlemeye başlamıştım ... 10 dakika sürdü ama inanın kaçtım ... Sonra düşündüm Demet Evgar ne arıyor YST jürisinde yahu ??? Sen Aydınlatırsın Geceyi'de oynadı bu kız yaa ???

Acun beni ele geçirmeye başlamıştı ... Hatta sanırım sadece beni de değil ... 

Bu konuya içimden çıkıp öyle bakmaya karar verdim ... Neydi beni bağlayan bu programlara ?

Samimiyet ve doğallık ...

Öyleler diyemiyorum malesef çünkü tv'de yayınlanan hiç birşeyin samimiyetinden emin olamam ...

Ama O ses jürisinden Gökhan karakteri bize çok yakın ... E zaten Athena'nın bizim için ne ifade ettiğide ortadadır ... Holigan albümü benim için hala dinlenesi 3-4 şarkıya sahiptir ... Müzikal seçimleri ( hem doğulu hem batılı kulağı ) , tavırları ( hatta tripleri diyeceğim ona  ) bizi alıyor ...
Burada sanırım Acun'un istediği biziz ... Tv ile büyümüş ama sonra marjinalleşmiş ( birilerinin deyimiyle ) şuan 30larını yaşayan tvden uzaklaşmış olanlar ... Sanırım bu egosuna da iyi geliyor ... Acun Türk Televizyonculuğunu yeniden yazıyor ... Yayın akışı güncel ve genç ... Ana Haberi bile yok mesela ... Boş zamanlarıda Akıllı Tv'ye bağlıyor ... Acun ; izleyici kitlesinin , çalıştığı karakterlerle rahat empati kurabilmesini ve eğlenmesini istiyor anlaşılan ... TV8'de hiçbir zaman bi dram dizi oynayacağını , haber kuşağı olacağını sanmıyorum ... Acun Ilıcalı gayet eğlenerek , hızlı ve renkli bir kanal formatlamış ... İnsanlara bu saate kadar hep acılı diziler , acıdan beslenen programlar dayayıp uyuttular en azından TV8 bunu  eğlendirerek yapsın demiş herhalde ... TV8 ; kanalı açtığınız anda sizi ekrana bağlayan programlara sahip ... İddia ediyorum her kesimden insanı 1 bölüm izlediğinde 2.ye garantileyen formatlar ...

Sonra yine çok mu kasıyorum diye düşündüm ve gevşeee dedim kendime ... Demek ki iyi geliyor neden bunu da sıkıcı bir hale getirmeye çalışıyorsun ... Rahatlamak için kullanılabilir gayet , Unutma bıçak gibi ... Seç ... Seçebilmek hep elinde olsun ...

Kitabını da oku , Tv'nide izle ... Ne var bunda ?  Dengede kal !

Çok ince bi hatta hissediyorum kendimi just like a sırat köprüsü ...

Tam kendimi sindire sindire , bulduğum bahanelerimle O SES'i izlemeye devam etmeye ikna etmiştim ki ... Bu sabah takside ; şöför ün telefonda arkadaşı ile konuşmasına kulak misafiri oldum ... Ütopya'yı nasıl heyecan ile beklediğini anlatıyordu ... Öhhh dedim , işe geldim insanlar yine bundan bahsediyor ... Oysa benim ne ilgimi çekmişti ne bişi ... Survivor'da izlemiyordum zaten ... Bu çok tehlikeli gelmedi ...

Ofiste konuşanların konuşmasına dalıp neymiş mevzusu diye sorma gafletinde bulundum ...
Ve arkadaşım anlattı ... Doğal bi alana bırakılıyorlarmış , kendi sebzelerini yetiştircekmişler falan derken sus lütfen sus dedim ...

Bizim Ütopyamız yani ...
:(((

Önce bi mutlu oldum ne güzel ya ... Tv'de böyle şeylerin dönmesi , belki özenenler olur ... Sonra bi düşündüm yine ...

Resmen titredim bi süre sonra ... Bu ne demekti biliyor musunuz? Hayallerimizi gösteriyordu evet ama elletmiyordu ... İzlemede kalacaktık , hareket yok , izlemek var ...

Sakin ol sakin ... Dönüşmeyeceksin o korktuğun şeye , korkma  dediğim anda kendime ; hemen '' Idiocracy '' filmi geldi aklıma ...

Tüylerim DİKEN !

Öyle olmak istemiyorum ama korkuyorum ... Çocukken aldım zehri ...
Sonra yine korkma diyorum alt tarafı bi tv şovu ... İpler senin elinde ...

Sonra Dali'nin heykeli geliyor aklıma ...

Kafasının ortasında tv olan İsa , gözlerinden çocuklar çıkar ...
Sanırım o çocuklar biziz ...

Sam amcanın çocukları ... :((













8 Mayıs 2014 Perşembe

Tek Sıkıntı Kahve Benim Hiç Suçum Yok ...


http://www.youtube.com/watch?v=7iQISAXvXUc

'''' negsel parça di mi ... 70'ler ve türk müziği ... kaç kişi biliyo allaşkına Nüket Ruacan adını ... toplum işte nerden nereye ... ve şimdi bizi yönetenlere bak ... halka bak ... cahil bunlar cahil ... bu cahil toplum ile ne işim olur benim ya ... nasıl diyalog kurcam ki onlarla ... daha Nüket Ruacan'ı bile bilmiyolar '''''

evet bu sözleri geçen hafta iş yerinde ben ettim ... 

çok rahatsız oldum !!! ÇOK !!!

eskiden insanı sadece VAR diye severdim ... ama şuan kendime bi bakıyorum ki insanları düşündükleri , konuştukları , yaşayışları ile yargılamaya - sınıflandırmaya başlamışım bi zamandır ... ipin ucunu tutmassam yakında semtlerine , renklerine , üstlerine başlarına göre de mi ayıracağım acaba diye korku saldı içimi ...

oturdum ... bunun sebebini düşünmeye başladım ...
biraz buldum gibi sanki ...
önce maddi anlamını buldum ...

kahve ... ( elbette sadece o değil )

evet kahve ... yaklaşık 2-3 aydır kafein'i keşfettim ... hiç bu kadar içmezdim ve her sabah kahvaltı sonrası içmeyi alışkanlık edindim ... bi de öğlenleri bi türk kahvesi... benim hiç alışkanlığım yoktu ... bunları yeni edinmiştim ... alışkanlık nasıl bi histir onu deneyimlemek istiyordum ... sigarada içmem sosyal hayatta kahve sigarayı da getirmişti haliyle ... çarpıntılarımı , gerginliklerimi farkedince kahve - sigara detoksu lazım dedim haftabaşı ... 

havalarda bi tuhaf sağ olsun zaten depresifiz dedim en azından takayım kulaklıkları eve giderken müzik dinleyeyim , yürüyerek tabi ... uzun zamandır yürümemiştim müzikle ...

e bugün perşembe 3 günde önemli derecede bi ayılma yaşadım bırakınca şu kahveyi ...

sonra kibrimin mana boyutunu düşünmeye başladım ... 

ötekileştirme yapıyordum artık ... 

hayvanları - geyleri - kürtleri - kadınları - azınlıkta kalan her düşünceye ve düşünce sahibine kol kanat gererken kalbim baktım ki aynı sokakta yaşadığım , aynı iş yerinde çalıştığım , benim gibi düşünmeyen hali tavrı farklı , yaşayışı kapalı olana duvarlar örmüşüm ... 

en son belediye seçimleri sırasında bu kutuplaşmanın etkisinden çıkmak adına haber izlemeyi , gündem okumayı bırakmıştım ... ama şimdi farkediyorum ki kibire bulanmışım ... vıcık vıcığım ... bu konuda ne yapılabilir şuan araştırıyorum ama size tavsiyem sizde bi bakın sağınıza solunuza ... size de bulaşmış olabilir ... Fazıl Say dedi ya bi AKP'li dostum olamaz ... haklı adam dedim ... ben ... bu cümleyi haklı buldum ... 

hop dedim o zaman işte ... 

Matta !!! kendine gel ... herkes herkesle dost olabilir ... bu cümlenin empati kurmaya yazanı anlamaya çalışmaya falan ihtiyacı yoktur ... insanları düşünceleri ve şekilleri ile sokamayız bi kalıba ... o bizi koysa da biz koyamayız ... koymamalıyız arkadaş ... en azından ben koyamam ... 

ne yani ? pop müzik dinlemeyecek misiniz? mesela ... yıldız tilbe şarkılarıyla rakı içmeyecekmiyiz ? neblim hep jazz mı yani? hep kaliteli müzik mi yani ??? kalite ne? müzik ne? bunlar sadece mod işi arkadaş ... müzik ruhun gıdası ... bazen midlake dinlersin ... bazen sezen aksu ! orda bile türler arası ötekileştirme yapıyoruz ... zamanında müzik eleştirmeni olan bi zat-a dediğim gibi ... ruh ister ebru gündeş dinlersin ruh ister cohen dinlersin ...

olduğun yerin baharatıdır ebru gündeş' in sesi ... gezegeninin dilidir cohen sözleri /müziği/sesi ... ebru gündeş fanı olmak başka bi kafadır o sosyo-kültürel bi durumdur ... BAŞKADIR !!! etliyle sütlüdür onlar ... herbirinin yeri haddi vardır ... bazende yoktur arkadaş ...

ya da neblim popüler türk filmi izlemicekmiyiz ? illa nuri bilgeöö mi yanee??? 

recep ivedik'e gülemicekmiyiz? şahan'ın karakterinden bana ne amk ? o da bişiyin temsili ... bu konu yine başka ... sadece recep'e gitme kafası yine başka ... ama ben ikisini de istiyorum ... onur ünlüyü'de istiyorum - şahan'ı da ... çünkü madde ile mana gibi bi ayrım o ... e düşünün tv8 deyken şahan ;  recep ivedik'i orda sevmemişmiydik ? öff biliyorum sanatsal değerini kaidesini zartını zurtunu ... anlatmak istediğim şey bambaşka ... 

derinnn derinnn derinnn .... biraz da nefes almak lazım değil mi? biz kendimizi derine soktukça yukardan daha çok kafamızı basıyorlar toprağa ... kutuplaştırmalar bu yüzdendir ... taraflar arasındaki aradaki iletişi kesmek için ... 

bütünden kopmamak lazım ... dikkat dikkat ... kendi frekansını yakalamak lazım ... onunla gelişmek ama bütünün parçası olduğumuzuda unutmamak lazım ... yani en azından bu kordinatlarda yaşarken unutmamalı ... kabul edelim bizi alıp norveç'e yerleştirseler sırıtırız ... afganistan'da da parlarız ... 

yenibosnada künefe de yiyebilmeli insan neblim cihangirde fondü de ... biz zaten böyleydik ayrıca oraya özellikle dikkat çekmek istiyorum ... birileri bize bişiler yaptı ... nerdeyse sarıgül'e oy verecektik düşünsenize ...

demet akalın dinledikleri için kulakları ucuzlaşıyor , kapitalizm çocuklarını yiyor ok ama denge lazım denge ... bizde yer altında çok güneşsiz kalacağız ...

ben yine dinlerim joni mitchell'ımı ... sezen aksumu ...

yazında bikinili kızların dans ettiği serdar ortaç kliplerine rastlamayı severim şehirde orda burda ... ayrıca metroya binerken şehir müzisyenlerini de durup dinlerim ...

bu kadar etiket düşkünü , taraflarını çizenler olmayalım ya ... kardeşiz la biz ... aynı sokaklarda oynadık çocukken ... 

sizleri bu yüzden bu parçayla başbaşa bırakıyorum ... sözlerinide bi dinleyin diyorum 

 http://www.youtube.com/watch?v=Pm2exuvgCc4


28 Nisan 2014 Pazartesi

The Grand Wes Anderson !




Moonrise Kingdom , The Royal Tenenbaums , Fantastic Mr. Fox, Steve Zissou ,The Darjeeling Limited buraya kadar zaten kurmuş Grand Tahtını kalplerimizde Mr. Anderson !

Öncelikle film değil pasta !

Ama bu pasta +7 yaş / korku ve şiddet içeriyor ... içeriyor mu ? yani Williem Dafoe'nin içimize korku salması için ne muştaya ne de sivri vampir dişlere ihtiyacı vardı öyle değil mi ...

Çok anlatılacak birşey yok aslında ... Wes Anderson'un masterpiece'i deniyormuş ... sanırım burda alttan altta sistemik / masonik göndermeleri var ondan mı bilemedim şahsen bunu ama MUTLAK izlenmesi gereken bi film benim için sadece ... Çünkü Wes Anderson MUTLAK takip edilmesi gereken biri ... Yaşadığımız yüzyılın mekanik dokusundan bizi birkaç saatliğine duygulara - hislere bandırıp ,şekillendirip fırınından çıkarmaya çalışıyor çünkü ...

Geçenlerde Anderson'ın birlikte çok işe imza attığı Noah Baumbach 'ın The Squid and The Whale 'ini izledim ... evet bu adamlar böyle ... sakinler ... naifler ... derin psikolojik çocukluk temelli analizler yapıyorlar ... bu yüzden kendimizden şeyler buluyoruz hikayelerinde ... film isimleri ,kitap isimleri , şarkı isimleri  verdikleri filmler çekiyorlar ... tarihsel durumları belgeliyor , sanatın 7 koluna gönderme - önerme yapıolar ... onların korunması lazım ... günümüzde ortamlar dümdüz bol efektif süper kahramanlara kalmışken ...

Yannız diyaloglar çok hızlı geçtiğinden ve arka planların detay bolluğundan ayrıntı kaçırma olasılığı çok yüksek ... bu yüzden en az 3 kez izlenmesi gerekiyor ... 3 lemekten asla sıkılmayacak , bıkmayacaksınız ... zaten filmden çıkınca ya bi Tenenbaums'lardan başlayıp yine izlemek lazım filmlerini diosunuz ...

Elbette bende herkes gibi kullandığı filtrelerin , görselliğinin hastayım ancak bu film gerçek bir patisserie... tümüyle ölçülerek yapılmış ... işleyişi , oyunculukları , politik dokunuşları , sisteme göndermeleri , zerafeti , aile temasına hassiyeti ... müzikleri ...  Anderson her filminde yapmadan - kullanmadan - oynatmadan geçmediği şeyleri - kimseleri bu filminde de es geçmemiş ... yanılıyorsam düzeltin ama ilk defa bir filmine de Tilda eklemiş ...  evet yanılıyorum tabiii ... Moonrise Kingdom'da da vardı ...  bu arada filmlerin Tilda'lanması diye bişi var artık  ... o yüzden Jarmush'un yeni filmi ' Only Lovers Left Alive ' dan sonra Tilda'yı kraliçem ilan etmişliğim var

Film hem renkliliği hemde iç içe geçmiş zaman kurgusu ile sizi önce katman katman içine alıyor ... an - bi adım geri - bir adım daha geri ve 1932 ve aynı usül ile an'a dönerek sizi aldığı yere geri bırakıyor ...

MUTLAK İZLEYİN !

Aahh nasıl unuttum ... Gittiğinizde Gustave'ın ağzından bir melek tarifi dinleyin ... Agatha için yapıyor o tarifi ama ben onu köşeme not ettim ... en kısa zamanda sevgilime edeceğim o sözleri ...

15 Nisan 2014 Salı

La jaula de oro ... Altın Kafes


Hiç büyüsü bozulsun istemiyorum filmin ... aksine size en büyülü haliyle ufaktan bulaştırıp gidin izleyin hasta olun diyorum ... farkındayım henüz demedim ama sabırlı olun diyeceğim ve başlıyorum ...

Öncelikle beni tanıyanlar nasıl bir görüntü kalitesi - ses kalitesi yani teknik anlamda nasıl 1080p ve üzeri standartlarım olduğunu bilir ... sinemada oturduğum koltuktan , yanımda oturanların çıkardığı seslere , önümde oturanların boyuna kadar takıntılıyımdır ... en güze haliyle olsun isterim hep ... e haliyle bu yüzden de sürekli tokatlanırım evden tarafından ...

Kaynak bu seferde '' La jaula de oro '' ile salladı tokatını minnak yanaklarıma , pespembeydim film bittiğinde ...

İşten kafa izni aldığım o güzel pazartesi günü sevdiğim , ruhum olan , gözlerine bakarken içine aktığım adam ile birlikte güneşinde bize destek olmasıyla haydi bir harikalandırılmış İstanbul günü yaratalım dedik kendimize ... çıktık yola ... güzel bir Van kahvaltısı üzerine muhsin ünlü ve uyar şiirleri okuduk her peynir türü üzerine bi kuble konuştuktan sonra ... önce biraz peynir sonra biraz şiir ve çay ...

dedik hadi bi filme girelim ama hakkında hiçbişi okumayalım ... hiçbişi bilmeyelim ... kaynaktan hediye olsun bize ...

Atlas'a gittik ... ilk hangi filme yer varsa dedik ...

Altın kafes dediler ... Altın dedim yeterli bi işaret içimden ... ne Davincisi kaldı ne Pisagoru o an aklıma uğramayan ...

Taa ki koltuklarımızın yerini görene kadar ... Köşede perdeye en yakın en tamüsait olanlardı ... Mahfoldum dünyam yıkıldı ölmek istedim ... ABARTMIYORUM ... bu yüzden 2 saat kadar ölsem ve uyansam negsel olur dedim ...

Sonra içimdeki Matta ayarı verdi elime ... susta izle ... belki seni taa buralardan oralara çekmekte hiç zorlanmaz ... teslim ol ona ... 

OLDUK :((

Daha ilk sahnede aldı beni ... 
Öyle tatlı bir varolma hikayesi ki ... öyle naif ... öyle şiirsel ... öyle edebi ... öyle kibirsiz ... öyle sıradan ... öyle özel ... 

ötekileştirme - faşism - hayatta kalma - umutlanma - her anın en güzelini yakalama - daha beterine rağmen istikrar - hayallenme üzerine öyle güzel bi film ki ... hiç anlatmayacağım ... sadece öveceğim ... belki bazı kendine sanatçı diyenler utanır ... zaten kendine şuyum demek yeteri kadar utanç duyulması gereken bişi ...

Gidin filme ... gidemessenizde görün ulaşın bi şekilde ... o zaman görsünler kulaktan kulağanın kıymetini ... 

ama ağlayında olur mu ?

ağlamak için Çağan Irmak tekniklerine ihtiyacınız olmadığını görsün görmesi gerekenler ... 

Eğer sizde benim gibi hissetmekten ölmek istiyorsanız alın size 2 saatlik buralarda ölüp birbaşka yerlerde doğma fırsatı ... Müzikleride en az kendi kadar sakin ve naif ...

Filmin sonunda Ümit Ünal'ın Hasan Ali Topbaş'ın hikayesinden Hakan Karahan ile birlikte çektiği Gölgesizlerden bir satır geldi aklıma ...

KAR NEDEN YAĞAR KAR ???


1 Nisan 2014 Salı

neden sadece cümlenin başına gelir büyük harF ... ?

Sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem sistem ....

Sürekli ağzımızda ...
....

Yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek  -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek -yıkmak gerek - çökertmek gerek - yok etmek gerek

Sürekli ağzımızda ...

peki sistem nedir ? ve  neden çökmüyor ? bunun üzerine kafa yormak gerek diye düşündüm ve kendi fikirlerimi paylaşmak istedim ... belki sizin fikirleriniz benim fikirlerimle sevişir ve yeni fikircikler doğurur .... sonra  beynimizin ve kalbimizin derinliklerinde algılar , hisseder öper koklarız  ... düşünsenize hepimizin fikircikleri birbiriyle öpüşüyor ve ortalık mis gibi vanilya kokuyor ...

( çok tek taraflı bir bakış açısı oldu kabul ediyorum ; belki siz vanilya kokusu değil sert bir kahve kokusu istersiniz ... o zaman ortayı bulup hem vanilyalı hemde kahve kokulu fikirler üretelim ... içinde bulunduğumuz yüzyılın en güzel tarafı bu ... yan yana gelmeyecek olanları yan yana yeniden bütünlemek ... kullanalım bunu ...  )

Öncelikle en küçük sistem düzeneğine bakmak için mikro ve makro ölçülerde en az 2 bütüne ihtiyaç duyarız ... ruh ve beden / madde ile mana / gündüz ve gece gibi ... birbirine zıt 2 bütünün bir aradalığı  , büyük bütünü oluşturur ... matematik olarak buna 1 diyelim ... rahat anlaşalım ... 2 bütün 1 arada olmak yada olmamak için bir düzeneğe ihtiyaç duyar ... birbirlerini itmelerinin de çekmelerinin de hiddeti - etkisi aynıdır ... bu yüzden varlık ve yokluk yan yanadır ... sevgi ile nefret kardeştir ...

sistemin varlığına karşı çıkmak gereksizdir ... kaos ve karmaşık düzenlerde bile sistemsiz bir sistem mevcuttur ... bu yüzden sistemin kendisi değil işleyiŞidir problemli olan ... değiştirilmesi gereken ... bu bir yoldur ... kendi yürüdüğünüz yolun içinde bir başka yol ...

içinde olduğumuz ya da dışında durmaya çalışırken bile bir şekilde dahil edilmeye zorlandığımız bu işleyişi anlamak için ... önce Biraz gerisine ... sonra bizim sistemimiz dışındaki sistemlere bakıp veri almamız gerekir ...

şuan ki görüntüde içinde olduğumuz sistem zıtlıkları besleyerek , bir önceki ezileni ezen konumuna sokarak , hem intikamını alıp aĞzına bir parça bal sürer hemde onu içine düşürdüğü sarhoşlukla ezen haline getirip yeni ezilen tarafından indirilmeye mahkum eder ... aynı anda zamanda işlediğinden sistem bundan yara almaz ... çünkü kendini zamana ve getirdiklerine hemen uyumlar , kendini belli etmez ...

ancak ;
taraflar uyanır ...

- hop bi sn yaaa ... bende şimdi şuna dönüşüyorum ...

derse ;

o '' hop ya '' onlara bir farkındalık kazandırır ve burdan alınan anahtar o kırmızı arabanın kapısını açar ...

e tabi ''hop ya''yı hissetmesine rağmen , büründüğü rolün hazzına kapılıp , farketmemiş gibi davranırsa da

soktuğu anahtar o deliğe uymaz ve kafasına yukarıdaki kovalardan su dökülüverir ... gerçi bu bir yol meselesidir ... bazılarımız daha aydınlık bazılarımızda daha karanlık yolları severiz ... ben tam burda bir taraf olarak beyan ediyorum fikirlerimi ... güneş ışığından - göğe bakmaktan haz alanların yolunda tutmaya çalışıyorum ben yolumu ... yol'da burda bir başka düzlemin sistemidir zaten ...

Yol bitince de bir başka sistemin kuralları işler ... kısacası sistemler içinde yolculuk ederiz biz ... ve hepimize kolay gele ... yannız göğe bakmacıların en az farkındalık kadar ihtiyaçlar duydukları bir diğer anahtarda empatidir ...

Kısacası boşuna çabalamayın , sistem yıkılmaz ,sadece değişir ve zamana - şartlara uyumlanır . Eğilip bükülür ... sizde öyle yapın azcık eğilip - bükülün ... daha doğrusu tarafınız ve yolunuz ne gerektiriyorsa onu yapın ... yapmıyorsanızda diğerleri yapınca şaşmayın - ayıplamayın - itelemeyin - ötelemeyin ...

Hani deniyorya yaradandan ötürü sevmek ... o sadece kendi tarafınızı sevmek anlamını içermiyor ... yaradan kavramı bütünü temsil eder ... ben bütüne dahil olmasından ötürü severim zıttımıda demektir ...

hee birde unutmadan ...

PS: Unutmayın ki bizimde payımız var şuan ki durumlarda ... onlar bazı filmleri - bazı kitapları - bazı şarkıları bizden sonra duydu ya da duymadı diye kibrimize yenildik çoğu zaman ... aaa sen daha yeni mi duyuyorsun dedik ... aaa senin bundan haberin yok mu dedik ... bu yüzden de ay sen anlamassın boşver dedik ... dedik ... bende dedim ... en demiyenimiz bile kafasında sınıflandırmadı mı ? tuttukları takımdan , giyinişlerine , dinlediklerinden , seyrettiklerine cahil - zevksiz ve geri kalmış bulduk onları ... etiketledik hep ve kendi içlerine çekilmelerini sağladık ... e tabi o zamanda onları temsil ettiğini söyleyen adama  '' ben zenciyim '' deme hakkı tanımış olduk ... çünkü oradan bakıldığında biz beyaz adamdık ...

ama işler matematiğe dökülseydi ... o zaman cehaletimizin , onların cehaletiyle aynı oranları verdiğini görürdük ... çünkü bizde bir yerlerden bakıldığında birilerinden daha cahildik ...

şöyle anlatayım

cahil diye etiketlediğimiz topluluğun cehaleti > bizim cehaletimizden > bizden daha az cahil olanınkinden ...
e tabi burda veri sadece okuduklarımızın , gördüklerimizin , duyduklarımızın sayısı - onları anlayıp anlamadığımıza hiç gelmiyorum bile ...

yoksa bu formülize elbette veri eksikliğinden geçersiz sayılmalıdır ...

çünkü ;

dağdaki çoban dediğimiz adam bir koyunun ne dediğini anlayacak kadar doğaya uyumlanmışken , biz akıllı telefonlarımıza gömüldüğümüzden kendi türümüzün bile ne dediğini , ne hissettiğini anlayamamaktayız ...

bu veri bile o sistemdeki cahil tanımlamasının altını sarsar ...

( 3. anahtarı veriyorum KABUL ETMEK ve AFFETMEK ... önce kendimizi  )














20 Kasım 2013 Çarşamba

Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcut değil !!!

Milletçe labirente bırakılan penirin peşindeki farelere benziyoruz ...
( Bu başlıkta ki metaforda labirent sistem , peynir gündem , fare ise kurban olarak kullanılmıştır  )

... Ve ne yazık ki her peyniri bulduğunuzu sandığınızda ; sistemin o  koca elleri , peşinde olduğunuz peyniri alıp daha uzağa koyuyor ... anlamıyorsunuz bile neler olduğunu ... değişen gündemden başınız dönüyor ama ben sizin artık hipnotize edildiğinizi düşünüyorum ...

Ve her gündem malzemesi o kadar fake kii  ... bunu nasıl görmediğinizi de anlayamıyorum ... 

Bu yüzden şu an gündemde olan ' o gece Ahmet Kaya'ya kimler hakaret etti ' tartışmasını son derece samimiyetsiz buluyorum ... samimiyetsizliğiyle birlikte had'siz de buluyorum ... ikonlaştırılmaya çalışan (kitlesine sahip olmak için bu tabi ki ) bir isimin ailesinin insani duyguları önemsenmiyor bile ... 

Özellikle anne ve babalarımızın jenerasyonu insanlarının , şu an  sahte Ahmet Kaya sevgi gösterilerinden de  ayrı yıldım ... Herkes Ahmet Kaya'yı anlıyor oldu birden ... 
Oysaki bu ülkede yıllarca Ahmet Kaya için '' kendisini görüşlerini sevmem ama müziğini severim '' cümlesiyle o kadar çok karşılaştım ki ... 

Hiç anlayamıyordum da müziğinin - sözlerinin ruhunu sevecek kadar anlayabilen biri nasıl oluyorda bu kadar bağnaz kalıp sadece toplumda yaratılan algıya dayanır diye ama büyüdükçe ve içinde yaşadığım toplumu tanıdıkça bu sorunun cevabınıda buldum ... neyse artık ... 

Ahmet Kaya haklılığıyla yanlızlaştırılarak , toprağından uzak , ailesinden uzak ölmüştür ... 

Ahmet Kaya'nın sanatının ruhunu anlayan insanların ; artık sahte sahte o gecede yer alanları linç etmesi değil ( - ki bence şuan linç edenlerin çoğu da o dönem onlar gibi düşünüyordu ) sözlerinde anlattığı ruhu anlayıp - sindirip yanındakinin elini tutması gerektiğini düşünüyorum ... geçmiş geçti ... o dönem insanlar MALESEF böyle davrandılar böyle oldu ... Bence birilerini linç etmek istiyorsanız inanın içinde yaşadığımız dönemde daha fazla malzeme var artık ve malesef yaptıkları saçma sapanlıklar hepimizi birleştirecek kadar global bir hale geldi ... 
ama artık nolur temcit pilavı gibi önünüze sürülen gündem malzemeleriyle kaşınmayı bırakın ... çünkü geçmişte malesef daha sizin yeni yeni anlayabildiğiniz düşünceler uğruna  öldü bu insanlar ... ve tek suçları birşeyleri sizden önce farketmeleri / onlara destek vermediğiniz içinde  yanlız kalmalarıydı ... 

Artık bu bilge ruhları daha da dedikodu ve gündem malzemesi yaparak ruhlarını rahatsız etmeyin ... onların bıyığını bırakarak / dövmesini yaptırarak / sözlerini paylaşarakta olmaz bu ... Onları özden anarak yükseltin ... Bu da onları anlamaktan geçiyor malesef ... 

Sonra görüyorsunuz en kapitalist markalar Che tshirtleri ,  Deniz Gezmiş parkaları yapıyor - satıyor - paralarını kazanıyor ve bu ikonalaşmak /putlaşmak aslında sadece sisteme  malzeme olmak işi onların ruhlarını sızlatıyor ... 

Çarklar dönüyor , zaman değişiyor ama sürü ve çobanın yeri hiç değişmiyor ... Sadece tanrılar değişiyor ... Sistem kodlarınız çok iyi çözdüğünden hala oyunu kuralına göre oynuyor ve siz hep peyniri takipte kalıyorsunuz ... 

Artık insanların kendisine söylemesi gereken de şu  :  Bugün , 10 yıl önce en uç noktadaki hislerimizle savunduğumuz şeylere karşı yeni bir anlayış yeni bir bilinç geliştirebiliyorsak ... Onları anlamaya başladıysak ...  İÇİNDE OLDUĞUMUZ gün içinde hep bunu hatırlamamız gerekir ... Bugün böyle gösterilen yarın değişebilir bu yüzden kimsenin kalbiniz kırmamak gerekir ... Gösterilen hedeflere doğru at gözlüğüyle koşmamak / sadece insan olmak hatta sadece varolmak kriteleri baz alınmalı , zehirli duygular enjekte edecek olan her türlü faşist / milliyetçi / bağnaz ve dar görüşlerle kendimizi kirletmemeliyiz canlarım ... 

Zira o gece yok orda değildim / ben wcdeydim / ben sonra aradım özür diledim demek zorunda kalmazssınız ...

Bi zahmet artık sadece Dünya adlı gezegende yaşayan insan formunda bir canlı olduğunuzun farkına varın ... O zaman hayvana / insana  / yeryüzüne özgürlük gelecek !!!

Bunu paylaşmadan olmaz ... dı

'' Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe ''



31 Ekim 2013 Perşembe

Ölmek

http://www.youtube.com/watch?v=kO8BD4M37Ug

Kış geliyordu ... Mutsuzluktan ölecektim ... Güneş beni terketmişti ...
Uyuyarak ölmek istiyorum dedim ...
ve denedim ...






Sonra ...

Önce bi koku duydum ...
Tanıdık ...
Davetkar ...
Davet edildiğim yere gitmediğim nerde duyulmuş ... Tavşanı gördüğümde peşini bıraktığım nerde görülmüş ...
Kapattım gözlerimi ... Eminim yolu biliyorumdur ... Hem O'ndan başka kime güvenilir ....
Önce yükseldi ayaklarım yerden ama çok değil biraz - 10 cm belki de 15 ... Önceleri tatmin oldum ama zihnimin beni mutsuz etmesine de izin vermedim ... Uçmaya başlamıştım çünkü bu benim An'ımdı !!!

Odalar geçtik ... Evlerin kapıları ... Apartmanların kapıları ... Birtakım boyutların kapıları ... Dışarı dışarı dışarı ... Dışarı çıkıyordum ama aslında farkındaydım içeriye doğruydu yolculuk ...

Birtakım bulutlar geçtik ... Birkaç melodi ... Sanki eve gidiyordum ... İçimdeki bu sıcaklık ve tanıdıklık bundandı ...

Yüzyıllık uykusuzluğum son bulacaktı belki de ... Bekleyişlerim ...
Birden yatağımı gördüm ... Gökyüzüne bakan çimenlerin üzerindeki yatağım ... Çocuktum ... yanlızdım ... Üzerindeydim ... Gökyüzünü seyrederdim ... Büyüdüğüme en çok bu yüzden üzülüyordum ... Ama şimdi karşımda ... Elim ayağım titriyor ... yüzümde bu boyuttan olmayan bi gülümseme beliriyordu ...
Ne kadar uykusuz olduğumu anladım yine ...
Ve bıraktım kollarına kendimi ... Gerçek bir kavuşmaydı ... İçi altı heryeri anlam dolu ...
Özlemlerime kavuşmak ve ardımda bıraktıklarıma dair iki damla yaş düştü gözümden ... İki gözüme birer damla ... Eşit - adil ve özgür ...
Ve yeni bir melodi geldi yerleşti kulaklarıma ... uzanırken boylu boyumca en rahatımda ...
Uzandım , tavan yoktu ... Yatağım bulutların üzerindeydi ... ve sürekli yükseliyordu ... Kokular vanilyalı - manolyalı - yaseminli ...
Anladım
Artık gerçekten ait olduğum bütünüme / evime gidiyordum ...
Sonsuza kadar uçacak ... Sonsuza kadar uyuyabilecektim
Artık gerçekten

MUTLUYDUM ...

SONUNDA TATMİN OLMUŞTUM VE BU TÜM VÜCUDUMDAN FIŞKIRIYORDU ...

30 Ekim 2013 Çarşamba

Laurence Anyways ...



Xavier Dolan ...

J'ai tué ma mere ...

Les Amours Imaginaires ...

Bu üç ismi verdikten sonra eğer bayılıpta benim gibi ayılamassanız ve bi tane daha bi tane daha derseniz o zaman dördüncüyü patlatıyorum size ...

 Laurence Anyways ...

İtiraf edeyim sıkıcı ne kadar film varsa ben bayılırım ... derinlerde ... daha da derinlerde ... hatta belki sessizlikten hoşlandığımdan ... özellikle hikayelerin alıp tokatlayıp ağzımı yüzümü dağıtmasına dayanamam ... sanırım biraz şiddet yanlısı falanım ... itiraf ediim evet biraz öyleyim ...

Xavier Dolan ile ilk tanıştığımda ... parçalandım ve her bi parçamı ayrı yere bıraktım ... hayal dünyamın tüm renklerine o da sahipti ... konuları çok anlatmayacağım .... izleyin ve kendi fikriniz olsun ...

Dolan daha ufak minnacık ama şu 24 yaşa 4 film patlattı sonuncu daha sanırım yayınlanmadığından bende izlemedim ... ama her filmde daha da yükselttiği beklentileri karşılayabilmek için ufak bi yaş :))

Dün Almodovar'ın da son filmini izledim evet geç oldu ama neyse ... - ki ben gerçek bir Almodovar takipçisiyimdir ... Los Amantes Pasajeros şu ana kadar izlediğim hiçbir Almodovar filmi için izlenti sonrası - daha iyi filmleri vardı yaaa dememiştim ... Sıkılmadım ama samimide bulmadım ... Belki bu filmin girişinde ilk Warner Bros. yazmasından bilemiyorum ama yani işte sipariş bi film olmuş duygu yok derinlik yok sadece eğlence var o da yani :/ smile'lı ile tarif edilebilecek kadar varsat !

Şimdi tekrar gelelim bizim şu Fransız asıllı Kanadalı Dolan'a ...

Hani demiştim ya çok sıkıcı filmler seviyorum diye ... İşt bu yüzden artık pek kimse benle film izlemiyor ... Haa benimde canıma minnet o da ayrı ama artık üzülmeye başlamıştım ... Jan'ımla oturup bir filmin belini kıramayalı baya olmuştu ... Hatta öyle ki son 1-2 yıldır ( 23:10 Matta ) ismini takmıştı bana ... Uykum geldiğinde hep bakıyoruz saat 23:10 çünkü :)) neyseee

 Laurence Anyways sadece beni değil Jan'ı da patakladı bu sefer ...

Herşeyiyle ... Müzikler - Renkler - Hikayeyi anlatış biçimi - Oyunculuklar - Reji ...

Öldük !!!

Hiç bişi anlatmıycam sadece şunu diyeceğim ... Bu konuya ilk defa bu açıkdan bakılmış ve insanı bunuda sorgulamaya itiyor ...

Bi kaçta foto yüklicem artık daha da siz bilirsiniz ...






ÖLÜMCÜL !